175054_178868168822977_4360000_o

Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

İnsan, geçmişinin bilincinde olan, onu düşünce özünde taşıyan tek varlıktır. Geçmiş, geliştiricilik göstererek kişiyi daha ötelere taşıyorsa böylesi bir güç yaşamı yararlı kılar. Yaşamı taşınmaz yükler altına sokan, eylemlerde donukluk yaratan bir geçmiş ise yıkıcı ve duraksatıcıdır. Geçmiş geleceği yaratamıyorsa bir anlamı, bir değeri de olmaz. Geçmişin bir anılar birikimi olarak düşünülmesi, onun övünç kaynağı konumuna getirilmesi bireyin kendisi ile ilgili bir durumdur.
Anılarınızı yazmak, onları unutmamak üzere bir köşede saklamak, nice yıllar sonra tekrar onlarla buluşmak en büyük ereğinizdir kaygısız. Hele bu anımsama bir de eksiksiz olursa daha bir değerlidir sizin için. Yalnızca sizin buluşmanız da yetmez anılara. Onları önce yakınlarınızdan başlayarak, sonra dostlara ulaşarak anlatmak isteyeceksinizdir. Bu anlatım belki de sizi rahatlatacak, gönendirecek ve yaşamın ötesine bağlayacaktır. Ama bana sorarsanız anılarımı kimseyle paylaşmazdım. Düşünürseniz sizin anılarınız bir başkasını neden ilgilendirsin ki? Onlar sadece size yakın dururlar. Başkalarının ilgisini ise hiç mi hiç çekmezler.
Anılar elbet ki gökçektir, yakınlaştırıcı sevinçler bırakırlar yanı başınıza. Onlarla çok sıkı fıkı olmamalısınız. Zaman zaman belki, ama daha ötesi üzünçler oluşturacak, yıkacaktır sizi. Unutmamalısınız ki gelecek hep sizinle buluşmak üzere bekleyecektir orada. Dünya nimetlerinden her zaman büyük bir zevk alarak yaşamınızın sürmesi de önem gösterir sizin açınızdan. Baharın gelişinde neler sunar doğa? Bademler, erikler, şeftaliler, kirazlar ve daha niceleri çiçek açacaktır yeniden. Beyazlı, pembeli o renk renk çiçekler gözünüzün içinde nasıl da bayram edeceklerdir. Papatyalar, güller, gelincikler sizin için kokacaklardır yine. Sağlıklı bir dirilikle onlara bakmak ne de gökçektir. Ya yaşlılık öyle midir hiç? Hele bir de yatağa düşmeyi görün, sıkıntılar içerisinde geçen günlerin sizde bıraktığı derin izleri o zaman bir düşünün. Sevincinizin doruğa ulaştığı o anlar nasıl anılar sayfasına düşerse acının izleri de aynen yer alır o sayfalarda.” Hâlâ hatırlıyorum o günü/ Uzun bir hastalıktan kalkmıştım”(Melih Cevdet Anday), “Her dakikasını ayrı hatırlarım/ Erenköy’de geçen zamanımın/ Rüyama girer bir arada “ (Oktay Rifat)
Yazarsam kendim için yazarım not defterime. Bir gün açıp o sayfalarda şöylesine dolaşmak için. Yaşadığım günlere geri koymak için. Aslında benim için geçmiş ya da gelecek fark etmiyor.
Gelecek bir yerde anıdır da. Siz bunun tersinde de düşünebilirsiniz elbet. Ya başkaları, onlar ne düşünürler bilebilir misiniz ki?
Geçenlerde bir yapıtı okurken usuma gelip takıldı bazı konular. Gelecek günler bana neler getirebilir şöyle bir düşündüm. Hem öylesine yüzeysel bir düşün durumu da değildi bu. Bana umut vermedi nedense o günler. Birden karşıma acılar, hüzünler çıktı. Devleşmiş adımları ile ezeceklerdi az kalsın. Ya sevinçlerim öylemi? Bir köşeye çekilmiş büzülmüş küçücük şeyler yalnızca. Korkularıma ne desem ki? Gençliğimde kolaydı bu çekiler, ya şimdi. Kocamışlığım nasıl dayanacak bu çilelere? Dudaklarım tam bir gülücük atarken, yüzüm kırışıverecek birden. Gözlerim takılıp kalacak bir noktaya yine. Anılarımız… Gülümseten, düşündüren ve ağlatan anılarımız. “Ah, bu anılar/ Ne kadar kapasam da kapılarını/ Ne kapı dinliyorlar ne pencere/ Süzülüp geliyorlar yılların gerisinden/ Ah, bu anılar/ Öylesine sayısız, öylesine çeşitli/ Birike birike geliyorlar/ Çocukluğumdan beri” (Şevket Yücel)
Anılar deyince nerdeyse hepimiz onları geçmişin usumuza zaman zaman konuk olması olarak düşünürüz. Öyledir de çoğu kez. İşin en kötüsü ise gelecek günlerde anılar oluşturmamızdır kendimize. Olur mu diyeceksiniz? İnsan olarak ileriye dönük nice umutlar koyarız yaşam dallarımıza. Hatta onları çiçeklendirir, sonrada karşısına geçip bakışırız. Bu geleceğe konuk olup, onunla bir çay içimliği söyleşmek gibidir. Bir çay içimliği de olsa size mutluluk katar bu anlar. Aynen geçmişin izlerinin sizinle ara ara kucaklaşması gibi. Zaten yaşam dediğimiz umutlar ve anıların bir araya gelmesi değil midir? En önemli anılarımız şüphesiz ki çok isteyip de uzun süre sonra ulaştığımız o sevincin yüreğimize öpücükler kondurduğu anılardır. Ya da insanda çok derin yaralar bırakan acılı ve hüzünlü olanlar.
Elbet ki insan olarak tümümüzün kendince bir yaşam öyküsü vardır. Hepsi de kendi içimizde büyük ve değerlidir. Bu durum, ‘büyük insanın büyük yaşamı şeklinde’ bir davranışla ortaya gelebilir. Böylesi bir gelişse bence yanlıştır. Çünkü her insan kendince büyüktür. Her kişi yaşam öyküsünü bir başkası ile paylaşmak ister. Siz bir başkasını dinlemiyor, onunla duygusallıkları, sızıları paylaşmıyorsanız sizin de birilerine anlatacaklarınız yoktur demektir. Unutmayınız ki insanlar içlerindeki dünyayı bir sofra gibi önlerine açtıkları zaman yaşadıklarını anlarlar. Yaşama tutunmaktır bu, hem de sıkıca tutunmak. Yeryüzüne çıkarılmayan düşünceler, sözcükler, anılar bir gün gelir ki sizi sıkıca sarıp nefes aldırmaz olurlar.
Anılarım anımsanmıyorlar diye üzülsünler istemem. Yaşlandıkça çöküntüye uğrayan beynimin bastonla yürüyen hafızama bir tekme vurmasını da mutlaka engellemem gerekir. Bu yüzden anılarımı aklımda tutma yerine defterime eklerim. Defterim anılarım için bir uyanış, bir dürtüdür. “İçinde, gülüyor bana derinden,/ Sanki bir hatıra serinliğinden”(A.Hamdi Tanpınar) “Hiç olmazsa unutmamak isterdim./ Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar…/ Yalnız bırakmayın beni hatıralar./ Az yanımda kal, çocukluğum.”(Ziya Osman Saba) Tanpınar ve Saba’nın dizelerinde anlatmak istedikleri gibi gelecekte en zor anımsanan şey çocukluğumuzdur. Hangimiz altmışına geldiğinde çocukluk dönemlerini tam olarak anımsayabilir ki? Oysa yaşamın en gökçek günleridir onlar. Acılar unutulduğunda güzeldir, ya sevinçler ile mutluluklar…
“Çocukluğunu düşünüyorum Emilia/ Deniz boyundaki ıssız yolu sabahleyin”(Melih Cevdet Anday)
Bir de hatalar vardır, anımsandıkça çöküş yaşatan, düşündüren. Bu durum yaşamın içinde bazı olumsuzlukların çıkmasına da sebep olur. Suçluluk duyguları çekiştirip durur günleri. İnsan bu duyguların altında ezilmemek için kendini savunmaya geçer. Böylece düzlüklere ulaşır kişi. İçimize çöküp kalmak isteyen o düşünceye, o anı parçasına karşı ayakta kalmaksa önem gösterir. Bu zor durum karşısında zayıf düşmekte var elbet. O zaman konuyu başkalarına açmak kaçınılmaz olur.
Ya rüya gibi anılara ne demeli? Usunuza takılıp kaldıklarında uyumadan uyur olursunuz. O an büyük bir zevk duyarsınız yaşamdan. Bu anılara rüya gibi anılar demenin de sebebi bu giz dolu duruma dayanır. “Apansızın anılarımı anımsıyorum, o sevili anılarımı/ Augsburg’daki çocukluğumu./ Anılarıma düşüyorum tartılarla, uzun süreli dakikalar/ Masaya doğru iyice yaklaşıp, yeniden yaratsam onları(Bertolt Brecht)
Bunca düşüncelerden sonra bir soru sözcüklerin arasından parmak kaldırıyor bana. Anılara sığınarak zamanı düşündürebilir misin? Zaman, yaşamı değişikliğe uğratan kavram. Gün, zaman zaman tez geçmesini istediğimiz, onu iyice tanıyınca da yürüyüşünü yavaşlatması için yalvardığımız bir yaşam ayağı. Günler geçip gitmiştir derken hiç düşündünüz mü acaba? Geçip gitmiş midir, yoksa aynı noktada dönüp duran bir ayna mıdır? Yıllar önce, o gün dediğimizde bu bir avunma mıdır yoksa? Biraz ötemizde bizi derin uçurumların beklediğini nerden bilebiliriz ki? Önemli olansa o uçurumlarda neler bıraktığımız ve yitirdiklerimizdir.
Az kalsın unutuyordum yine. Erişemediğimiz aşklar, günlerce yanı başımızdan eksik edemediğimiz bakışlar nerdeyse bir kenarda kalakalacaklardı. Sevdasız bir yaşamı düşünemeyiz elbet. Asıl anısal derinlikler onun içinde uzanırlar. Çoğumuz beklemişizdir o kaldırım bitişinde, ya da bir parkın koyu yeşilinde. Gelsin gelmesin umutlar göğün içi gibi sonsuzdur o bekleyişte. Yıllar geçse de o bekleyişlerimiz sanki sürer gibidir anılarda. “İşte hatıralar meyvası bahçe,/ Geçmiş ıstırabın neş’esi evim.”(Şükran Kurdakul)
Anılar olmasaydı, anımsanmasaydı geçen günler, mutluluk en önemli dostunu yitirmiş olmaz mıydı?