Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temssilcisi

USARE DERGİSİ 15.SAYI

Bazı kelime ve kavramlar gizemli eşyalar veya kişiler gibidirler, kıskanmak böyledir mesela!
Biraz açalım mı?
Peki, kıskanmak nedir, iyi midir kötü müdür?
Kıskanmanın işlevi bıçak ya da ilaç gibidir, yani algılama ve işlevi kişiye göre farklılık gösterir. Bıçak, doğru yerde kullanılırsa yaşamı kolaylaştırır, hayata güzellikler katar, iş yapma alanında kişiye güç ve itibar kazandırır, yanlış kullanılırsa tehlikelidir, hem kişinin kendisine hem de çevreye zarar verebilir, onulmaz yaralar açabilir. İlaç da öyle değil midir, yerinde ve dozunda kullanan şahıs, hasta ise şifa bulabilir, yerinde kullanılmadığında ya da sağlıklı kişi kullandığında, aşırı doz vücuda zarar verebilir!
Kıskanmanın ilk önce güzel olan tarafına bakalım isterseniz; iyi yönü ile kıskanmak; genelde esirgemek, bir şeye en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak diye tarif edilmektedir sözlükte. Bense, değer verilen kişi ya da eşyayı her durum ve şartta korumak için ortaya konulan keskin tavır şeklinde değerlendiriyorum bu eylemi. Bu yönü ile kıskanmayı, sevginin en üst seviyesi olarak görüyorum. “Allah’tan daha kıskanç kimse yoktur…” hadis-i şerifi de bunu anlatmaktadır kanaatindeyim. Farklı anlamlar verilmesi ya da farklı yorumlar yapılmış olması bir tarafa, şahsen buradan ben; Allah’ın, kullarını çok sevdiğini, bu yüzden de onların, başka şeylere meyledip gerçek manada kendisini seven Allah’tan uzaklaşmasına yani yanlış davranışlarda bulunmasına rıza göstermediğini anlıyorum.
Buradan da anlıyor ve biliyoruz ki; Allah kullarını en üst seviyede sevmektedir ve kulları ile arsındaki bağlılığı önemsemektedir, hatta onların bizzat, kendisinin yakınında durmalarını istemektedir. Dolayısıyla kullarının, kendisinden başkalarıyla bağlantı kurmalarına razı olmamaktadır, bu yüzden de onları başkalarından kıskanmaktadır diye düşünüyorum. Eşler de öyle değil midir? Kişi eşini başkalarından neden kıskanır, bunu bir değerlendirmek, oradaki hassas çizgiyi görmek gerekir. Evlenmekle eşler birbirlerine aidiyet kazanmış olmaktadırlar, hâliyle bir eşin, kendisine ait olan ya da kendisinin ait olduğu eşini, dış etkenlerden ve aidiyetine zarar verecek yabancı ilgiden sakınacaktır, çünkü her eş, birbiri için özelleşmiştir, özelinde olanı açıkta ve garip bırakmak olmaz. İş burada da kalmamaktadır, uygulamalara bakılırsa eşler bunu başkalarının da bilmesini istemektedirler. Yani başkalarının, aralarına girmesini tehlikeli görmektedirler dolayısıyla aralarındaki sevgiyi, birbirini kıskanarak özelleştirmiş olmaktadırlar.
Bu yönüyle kıskanmaya; sahiplenmek, kendine has kılmaktır da denilebilir ancak, sanırım “kendine has kılmak” tarifi kıskanma adına daha fazla yakışmaktadır. Genelde eşler, birbirlerini ciddi manada kıskanırlar, öyle de olmalıdır bence! Doğrusu bu davranışı çok doğal görüyorum ve böyle de olması gerektiğini düşünüyorum! Bunlar kıskanmanın güzel tarafları elbette. Eşini kıskanmamanın modernlikle ya da gelişmişlikle ilişkilendirilmesini anlamsız, biraz da kasıtlı buluyorum.
İşe bir de kıskanma eylemini yanlış uygulayanlar tarafından bakalım; zanaat, sanat, ticaret gibi alanlarda gösterilen kıskançlıktan mutlu olanı ya da etrafını mutlu edenini gören ya da bilen var mı bilmiyorum, ben görmedim. Bu alanda faaliyet gösterenler arasında, kıskananın da kıskanılanın da mutsuz ve huzursuz olduğunu kimimiz yakından, kimimiz de uzaktan bilmekteyiz, bilmiyorsak da duymaktayız. Bu alanlar içerisinden sanata bir şekilde mensubiyeti bulunanların, genelde toplumun örnek aldıkları insanlar olması, zanaatkârlar ve ticaret erbabının ise çevre ihtiyaçlarını karşılaması durumu, toplumsal kaynaşmaya katkı sağlayan önemli etkenlerdendir. Bu yönüyle, bu cenahtakilerde kesinlikle kıskançlık görülmemesi gerekir diye düşünüyorum. “Peki, öyle mi olmaktadır?” diye sorulsa verilecek cevabın müspet olmayacağını herkes söyler herhalde! Bu durumda, neyin bölüşülemediğini anlamak oldukça zordur, hatta imkânsızdır. Kime şu kocaman dünya dar gelmektedir bilinmez!
Bazılarının, birbirlerine karşı husumet derecesine varan kıskançlıklarını, aklı başında bir insan, duymak da görmek de istemez kanaatindeyim. Her ne hikmetse bir kısım meslek ve sanat erbaplarında haset derecesinde hem kıskançlık vardır hem de daha çok taraftar edinme yarışı vardır. Şayet bu alandakilerin niyet ve çabaları mükemmel iş yapmaksa, hırs içerisinde olmamaları, ya da alanda kendilerinden başkalarının da olmasından rahatsız olmamaları gerekmez mi? Öyle olmuyor ama. Önde olmak için neden mükemmel iş yapılma yönüne gidilmiyor da kıskançlık savaşına girilerek alan daraltılıyor? Hangi iş olursa olsun, kıskançlık göstermek yerine, yapılan işler kusursuz yapılmalıdır bence. Görünüşe bakılırsa öyle yapılmıyor işte. “Burnundan başka karaltı istemez!” denilenler tam da bunlardır yani kıskanç olanlardır herhalde.
Kimi zanaatkâr vardır ki, işini daha iyi yaparak tercih edilme yöntemi yerine, kendisinin gelir payı düşer endişesi ile o zanaatı başkaları öğrensin veya yapsın bile istemez, usta kalfadan, kalfa çıraktan pratikteki bilgi ve öğretileri kıskanır. Zanneder ki bir beceriyi başkaları da kazanırsa kendisi aç kalacaktır. İşini iş olduğu için yapmalıdır meslek erbabı, övünmek ya da övülmek için değil!
Kıskanmanın, bazılarının yerinde olmak gibi değişik bir yönü daha vardır ki; bu da bir yönüyle iyidir, bir yönden de çirkin ve kötüdür. İyi tarafı; birisinin başarılı olduğu alana ilgiyi artırır, ilgi artınca dengeler kurulabilir, kalite artar, bu yönüyle de iyi netice alınır. Kötü tarafı ise, kendisi iyi ve güzel iş yapamayan kişinin, iyi ve güzel iş yapan kişiyi günülemesi yani çekememesi, kıskanmasıdır. Güzel işler yapanlara bakıp da; “Keşke ben de böyle işler yapsam” demesi makul ve güzeldir, kendi kendini teşvik etmektir, ancak o kişiyi günülemesi kabul edilecek bir durum değildir.
Sözün doğru seçilmesi, alet ve edevatın yerli yerince kullanılması, işi yapanın yüzünü güldürür, kişiye saygınlık kazandırır, tersi ise itibarsızlaştırır.
Ben mi böyle düşünüyorum diyeceğim ama yaşananlar onaylıyor bunu!