Azerbaycanın Kültür ve Edebiyat Portalının Türkiye temsilcisi

Her şeyin içinin boşaltıldığı bir zaman tünelinden geçiyoruz.
22 hece taşları 5. yıl 50. sayı on5nisan2019
wuw
wuw
dışta tutarsak, genel olarak özsüz bir şiir. İnsanlığın ortak değerlere ilişkin düşünsel bir altyapıdan yoksun ne yazık ki. Bu da şairlerin yeterince okumadıklarını, geçmiş kültürden, özellikle şiir birikiminden
yeterince beslenmediklerini gösteriyor: Dolayısıyla formunu ve özünü kaybetmiş bir şiir, şiir olmaktan
öte bir söz yığınından ibaret kalıyor. Okura bir estetik tat vermiyor. Okurun hayalini harekete geçirecek,
okurla şiir arasında ünsiyet oluşturacak bir yapıya sahip değil günümüz şiiri. Hayatla bağı zayfı. Şair ne
kendi içine ne de dışına yolculuk yapıyor. Böyle bir yolculuğa çıkmış olsa mutlaka birimizin kapısının
önünden geçecektir.
Dünya dilleri arasında Arapça, Farsça ve Fransızca ile birlikte Türkçe de şiir diline en yakın dillerden
biri olduğu hâlde, günümüz şiirinde âdeta kekeme bir dil haline sokuldu Türkçe. Bir Yahya Kemal’in, bir
Necip Fazıl’ın, bir Nazım Hikmet’in, bir Cahit Sıtkı Tarancı’nın, bir Ziya Osman Saba’nın, bir Behçet Necatigil’in şiirindeki Türkçenin tadına günümüz şiirinde de varma hakkı yok mu şiir okurunun?
Görüldüğü gibi konu, bir yıllığın sınırlı sayfalarda sığmayacak boyutta; enine boyuna tartışılması, izlenmesi gereken bir konu. Yukarıda kısaca değindiğimiz hususları daha bir somutlaştırmak ve örnekleme
açısından 2018’de bazı dergilerde yayımlanan şiirlerden bölümler alacağım.
“Masada makas mor/ Kerpetenle manipülasyon/ Malulen kısır kusursuz kısıt/ Korkak marjinal/ Tutmadan sakal tıraşına/ Cinsiyetleri hadım etmek gibiyim”
“Beni kör bir bıçaktan oydular/ sona eleştiriler sana/ keskin keskin soluklarla/ bir kervan göçmüş de/
boynundaki uçmaktan/ aşağıyyyya sarkan dünyaya/ hayretimi mazur gör/ öksürüp ökşurup kendi dileyen/
bir veremliyim belleğinden gizlenen/ ölüm kafa yorulacak bir şey değil/ değil ölüm kafa yorul: ancak şey bir/
ölüm: kafa karış tr an bir şey” (Arif Ay’a katılmıyorum.)
“Annem dua ederken gözlerini kapatıyordu/ Dünyaya/ Dara düşünce Allah’a sarılıyordu/ Nur üstüne
nur/ Pırıl pırıl inci mercan/ Ziyadesiyle temizdi/ Göğsünde Allah sevgisi” (Arif Ay’a burada katılmadım.)
“Rabbim, ben bir musalla gördüm babamın yüzünde/dua etmiyordu, sövüyordu elinde sigarası/ kimsesi
yok babamın ama insan olarak o yüzden/insan olarak kimsesi olmaz babaların biliyorum/biliyorum Rabbim, babam da biliyor çok günah/kendi kendine konuşuyor, sövüyor bu da günah/ama sen, Rabbim yine de
kimsesi olmayan/ babaları lütfen koru.” (Arif Ay’a kısmen katılmıyorum. Son iki dize dokundu.)
“Çayın kandırma kuvvetini bulduğumuz doğrudur hakim/ bey/ Şekerli ve demli içtiğimizde/ Bozuk
bir pusula olsak da/ Allah’ı bulduğumuz da/ Sahi Allah demişken/ Sen hiç Allahsız bir dilenci gördün mü
hakim bey?”
“Şair aşka yaya yürür/ Kaldırım taşlarına gölgesi düşen esrik saçları şehrin/ Dudaklarından şair ipliği
getirir tebessüm/ Yoğurt lafa tutulunca olur ayran/ Kız istemeye giden şaire/ Kelimelere değip yere düşen çiçekler şahit/ Hukuk kuralları doldurmaz batarya/ Kadınlar şiirden anlayınca anne olurlar/ Bunu anlamaz
gözleri yarı yolda kalan/ Kafka’nın sırtında uyuyan kifayetsiz kafiye” (Arif Ay’a katılıyorum.)
Bunlar Arif Ay’ın inceledikleri dergiler ve şiir kitaplarındaki şairlerin karın gurultularından bazıları.
Şiir Yıllığını baştan sona okuduğumda buna benzer yüzlerce artçı gurultunun altını çizmiştim ama sözü
uzatmanın bir manası olmaz düşüncesiyle alıntılamaktan vazgeçtim. Bunun yerine Arif Ay’ın “Seçilen
Şiirler”inden bize dokunan “Dize Seçki”leri ile yazımızı sürdürelim istedim.
“Kırgınlık mı yorgunluk mu/ Hangisi daha ağır” Abdulkadir Budak, “Unut kalbim her şeyi, bundan
böyle,/ Sînede yarım bırakılmış bir heyecan kalır.” Abdurrahman Alkan, “zaman kargaşasında eriyip gidiyoruz/ kara bulutların soluğuna karışıyor sesimiz” Arzu K. Ayçiçek, “aşk da eskidir işte kumların tarihi
kadar/ taş parça parça yumuşar/ kalp damla damla erir” Bahtiyar Aslan, “bu karamsar imge yakışır mı bu
şiire?” Celâl Soycan, “Dayandık duvarına nihayet karanlığın/ Kılıçları göz görmüyor artık/ Ne zor söylemek
bunu biliyorum” Cengizhan Orakçı, “Biz onu dilsiz cerenlere dil veren sesinden duymuştuk” Cevat Çapan,
“Damla damla bir türkü yayıldı ilkin/ İlkin bir gül kokusu düştü evlere” Emrehan Parlak, “Dertlerimi
söylesem birinin ruhu acır” Enis Akın, “Gerçi bütün çekmeceler dolu olsa da/ Ali’yi anlatmaya yeter mi
hurufat” Faruk Uysal, “Ölümden sonraya hazırla beni” Fatma Şengil Süzer, “Ninem daha gelinken düşürmüş saç bağını/ Hangi türküyü söylese sözleri hep kırışık” Gökhan Akçiçek, “Şiir senin kırlarında toplanır!”
Haydar Ergülen, “Kopar gider can bedenden ve yavru kuş yuvadan/ Senden öyle bir ayrılışla ayrılacağım”
Hicabi Kırlangıç, “hep aynı kırık camdan baktık sokağa/ hep aynı yerden kanadı dizimiz” Hülya Sezen,
“Nice yokuşu inip çıka yoruldu gölgem,/ usandırdı hergünü kopyalayıp yaşamak.” Hüseyin Atabaş, “Ölünce
tam öleceksin yaşayacaksan tek nefes/ Yarım dünya olmaz yeni içindeki çekirdekten” Hüseyin Atlansoy,
“Gözünü toprak doyuracak şimdi gözü açık gidenin/ Göze toprak, yüze toprak tadına doyumsuz toprak”
Hüseyin Karaca, “Gecenin kolları gibi ağaçlar, Karanlığı renklendirir yapraklar… /Sensizlik bitimsiz şarkıdır…/Sensizlik çözümsüz sorudur…/ Sensizlik sonsuz med cezirdir.” İbrahim Eryiğit, “Geceden gelmişsin,
yıldız gibisin” İbrahim Tenekeci, “dağın arkası dağ/ ötesi herkesin şehri” İbrahim Yolalan, “Doğdum bay-
on5nisan2019 hece taşları 5. yıl 50. sayı 23
wuw
wuw
rak asmılşar kerpiçten damımıza/ Anam geçindi bildim yurt dediğin mezardır” İsmail Kılıçarslan, “ayrılığı
taşıdım nereye gitsem/ susarak bekleyen iki ele benzedim/ birbirine yabancı iki ele…” İzzet Göldeli, “Yine de
bir dağ doğuruyor içinde gökyüzü/ Sulardan aynalardan saklasan da yüzünü!” Mehmet Aycı, “Bu kış uzun
sürecek diyor balkona konan serçe/ uzundüşler kur, dizeler örtmez üstünü” M. Mahzun Doğan, “dağıttım
kırdım döktüm/dökülen bir içim var demek ki” Mehmet S. Fidancı, “belki seküler aşklardan biri çarpar/
rüyalarında bile incinen bana” Mehmet Narlı, “ölümü yaklaştırıyor bütün yollar/ yollar yollara çıkıyor yollar hep ölüme” Mehmet Solak, “Köy kabristanına defnettiler kalbimi” Mehmet Yıldız, “Bir kuzey ülkesine
gitmek istiyorum/ Oturup bir ulu ağacın gölgesinde/ Uzak rüzgârları anlamak için” Metin Celâl, “Her aşk
kendi toprağının rengini alır” Metin Fındıkçı, “Zahmet sarmadan, tutmuyor yeryüzünde rahmet.” Metin
Erol, “Ölüm böyle bir şey işte/ Giremez ölü odasına çocuklar” Mustafa Özçelik, “Yağmuru seven/ Yağmurla
konuşan Allah’ım/ Bulutlar gönder bize” Mustafa Ruhi Şirin, “Kuşlar göçüp gidince yalnız kaldı gökyüzü”
Nihat Hayri Azamat, “Çok sevmişken ölelim olsun hayat güzel” Nurettin Durman, “Göğsümü ateşle dolduran bu çağ/ Yıkılsın, yıkılsın artık bir akşam/ Bir çöplüğün sonsuz karanlığına” Nurullah Genç, “yüzüm
artık toprağa benziyor… /yüzüğün taşı nedensiz kırılınca anladım/dünyanın ilk gününün bahar olduğunu”
Orhan Tepebaş, “Sanki kuşların içinde kuşlar koşuyor/ Sanki kanatların içinde kanatlar” Osman Serhat
Erkekli, “Yaprak ölse de ağaç ölmüyor” Osman Serhat, “Şimdi sen sustuğun için/ Sustuğunu sanıyorsun her
şeyin” Özcan Ünlü, “Bulutlar dağlardan öte yük taşır” Recep Garip, “tanrım, söylenmemiş sözlerimiz için
vaktimiz var mı biraz” Selçuk Küpçük, “Sahipsiz mısralarda unutulan zarif bir imgeyim ben/ Satır aralarına gömdüm kimsesizliğimi” Semra Kızmaz, “Hangi yana seslensen sus’ta bir çığlık kopar…/ Son gülüşüm
lütfen zarif olsun Allah’ım” Serap Kadıoğlu, “içimden susuyorum kana kana” Serdar Kacır, “unutmanın
kardeşi, bir sözün eskimesi” Şadi Kocabaş, “karnı çiçek tozu dolu bahar” Şakir Kurtulmuş, “Düpedüz
ustasını yere gömerler/üstünü örterler yalnızlığının” Şemsettin Ünlü, “Bunca sevgini son ânı mıydı burası”
Turgay Fişekçi, “martıların çığlıklarıyla uyanıyorum/ elimle itip alnıma düşen bulutu/ bana kalan günlerimi sayıyorum” Tuğrul Tanyol, “gel gülümseyen bir adam yap bu kırgın yüreklerden” Vefa Taşdelen, “Söylemiştin yalnız yatanın yalnız öleceğini/ sadece bunu yazdım solduran günlüğüme.” Veysel Çolak, “Acele iç
acele çalış acele yaşa/ Öl acele” Vural Kaya, “elimde bir tek/ yokluğun kaldı” Yusuf Çotuksöken.
Sadece bana dokunan dizeleri almaya çalıştım. Arif Ay’ın seçmiş olduğu şiirlerden bana dokunmayanları elbette bir başkasına dokunabilir. Şayet bir başkasına da dokunmazsa acıyalım o şairin haline.
Gelelim tekrar tekrar okuyup şiir budur dediğim hem gönlümü her ruhumu dinginleştiren şiirlere:
“ben yoksam/ sinede bu ateş neyin nesi/ ellerimi yakan ne/ ben varsam eğer/ senin yanışın niye” Arif
Ay, “Bir yanımız dağ, bir yanımız deniz/ Deriz ve devam ederiz yürümeye/ Geçmez aklımızın ucundan yaşamak telaşı/ Eksilerek azalarak yarılarız yolu/ Eksilerek azalarak yol yarılar bizi/ Yerimiz yok atlaslarda,
ismimiz gelip geçici/ Kalbimiz ne çok mülteci….” Burhan Sakallı, “Börek açan ev süpüren saksılara çiçek
eken/ Bir tetiği en güzel yerinden çeken de sensin/ Bir söküğü en güzel yerinde diken de/ Kara çığırtıları susturuyor senin sesin” Cengizhan Genç, “Üç kere öptüm sözcükleri/ Terledim, yine öptüm/ Bir içerden bir dışardan öptüm… Kim sever kış sürgününü/ Günlerin azabı yığıldıkça birbiri üstüne/ Allı turnalar geçmiyor
çoktandır türkülerden/ Dünya! Ne kadar da benzettin kendine beni” İsmail Karakurt, “Denizin üstü gemi/
dümeninde dolunay/ geminin altı deniz/ ambar dolu mülteci/ Ay çalındı geceden/ Denizin üstü karanlık/
beşi bebek, yetmiş çocuk/ karanlığın altı dehliz/ arkadaşları kara balık/ Ay çalındı gemiden/ Denizin üstü
soğuk/ sınırı dikenli tel/ denizin altı oyuk/ alın yazıları ecel/ Ay çalındı denizden” Refik Durbaş, “Ninova
tabletleri okunmaz demeyin kolay okunur/ Anlatır görene yok oluşunu asurun ya da nemrut ateşlerinin/
Eskici pazarında satılır gibi tarih çöplüğünde kalakalırlar öyle/ Yazılır çizilir derlenir toparlanır dünya halini öğüten eski değirmen….. Seninse bombaların var, mermilerin çok, silahların var oğlu var/ Ama çınlar
bir söz gelip dayanınca bıçağın dayandığı yere/ Çınlar dünyanın en ince uğultusu, görürsün sen yaklaşıp
geleni/ Biz çok inandık göğün orduları var ve Allah mülkü her yanda/ Ve Allah bizimle, varsın şeytan seninle olsun; amerika seninle/ Tamam anladık kıyamete kadar mühlet aldın, bağır hiç durma/ Şarlatanlık yap
takla at, çoğalt insanlık pazarında ölmümün kappazanını/ Ya biz ne yapalım dünya garipliğinde ne gelsin
elimizden…” Seyfettin Ünlü.
Bir şiirin sancısı, bir kitabın doğumu elbette birden bire olmuyor. Bir “Molla Kasım” sizin gönül teri
döktüğünüz şiirleri şiirden saymıyor, nefsinizi okşamıyor olabilir ama kıssadan hisse çıkarmanıza vesile
olabilir. Eğer bir Molla Kasım’a ihtiyaç duyarsanız Arif Ay’ın bunu nefsine yontmadan hakkıyla yapar.
Öncelikle böyle bir yıllığın hazırlanması biraz da tohumdan mutfağa, mutfaktan sofraya doğru uzun
bir emek gerektiren bir çalışma. Arif Ay’ın bu titiz çalışmasıyla birlikte bir yaraya neşter vurması biraz da
şairlerin iç hesaplaşmalarına bir vesile olur düşüncesindeyim. Bu vesile ile bir yılın dökümü sayabileceğim bir şiir seçkisi okumuş oldum. Selam olsun kalbimize ve ruhumuza dokunan şairlere…